22 Aralık 2010 Çarşamba

Ses

    üç kedi beş kedi üç kedi beş kedi beş kedi la lala la la laaa tavada penguen omlet penguen rafadan penguen ka penguen kambur karga teğel karga ıman karga gakgakgakgak

20 Aralık 2010 Pazartesi

Mektup Sonu Masalları


Madrabaz uyandı
Elleri açılmamıştı
"Ben sonradan kör oldum" dedi.
Bayan Kaydırak kafa salladı
Üzerinden kayan sözcükler
Kikir kikir toprağa çarptı
Madrabaz utandı
Elleri iyice kapandı
"Ben orada yoktum ki" dedi.


18 Aralık 2010 Cumartesi

Mektup Sonu Masalları


Kaç parçaya bölüneceğine bir türlü karar veremeyen kedi
Sonunda bir şamdana dikti kendini
Güzel güzel izledi ışığını karanlıklarda
Romantizm için tutuştu kimi geceler de
Aklında gazoz, yanında şarap
"Ah olsaydı ya benden bir tane daha
Uzun uzun okşardım onu yaşlandığım rüyalarda
Ben başka türlü bilirmişim tadımı
Yetmez mi parçalandığım aynalarda?"


24 Eylül 2010 Cuma

Geceyi Getiren Adam


Geceyi Getiren Adam mis kokardı. Çünkü sadece çiçekleri koklardı. Görünmezdi kimselere. Birazcık görecek olsa ölümlü gözler onu “Aççelerando!” diye bağırırdı hemen. Şaşırırdı tüm yıldızlar sırasını bu koşturmacada. Yarı uyur yarı uyanık açardı perdelerini Ay bile. Unuturdu geceliğini giymeyi çoğu zaman. Neyse ki severdi çıplaklığı Geceyi Getiren Adam. Bir-iki kez çaya bile davet etmişti Ay'ı. Ne talihsizlik ki çay vaktine kalmadan uyuyakalırdı her zaman Ay. Öylesine görünmez olurdu ki o zaman, Geceyi Getiren Adam düşecek olurdu yeryüzüne “Neredeymiş benim bademli kurabiyem” diye. O vakit görebilirdiniz onu baksanız gökyüzüne. Üzerinde beyazlaşmaya yüz tutmuş geceliği ve eteğine yapışmış birkaç şaşkın kediyle.

21 Nisan 2010 Çarşamba

BAHANE

İlişkileri gayet sakin başlamıştı
İlk iki ay tek bir yakalambaç bile oynamadılar
Ne de yıkadılar kedilerini vişne suyuyla
-Renk değişiklikleri pek ilgilerini çekmezdi o sıra
Bir gün kaçırıverince Adam ağzından
Küçücük bir "ama"
Başladı tüm dalgalanmalar daha o dakka
Geri alınamazdı harfler
Ne kedi kaldı
Ne de Adam ve Kadın
Ortada.

27 Mart 2010 Cumartesi

KUM ADAM



Sesim benden öteye geçmiyormuş.

Beni her yaz gidilen deniz kenarlarının kumsalına gömdüler. Romatizmama iyi geleceğini, üstelik kumun altında birkaç yengeçle arkadaş bile olabileceğimi söylediler. Dışarısı eğlenceliydi. Ben ise oldukça sessiz. Sıcak bir yatakmışçasına serildim kuma. Şefkatle üstümü örttü onlar da. Sonra kayboldular denizde.
Kaç mevsim geçti bilmiyorum. Saatlerini de yanlarında götürdüler. Sayamayınca tik tak'ları, saymaya başladım ben de dalgaları. Denizden gelen korkunç sesleri duydum geceleri. Denizatlarının delice kişnemelerini, onlara kızıp açılan istiridyelerin öfkelerini dinledim. Bir dalga bana kadar gelsin de üzerimi açsın ya da güneş birazcık daha uyansın da yatağımı ısıtsın diye bekledim. Ben çok bekledim. Şimdi mi bir şey olacaktı sanki! Ağrılarım bile geçmişti. Büyük ihtimalle sıkılıp beni terk etmişlerdi. Etrafta ise yoktu tek yengeç dahi. Belki onlar da topluca tatile gitmişti. Ya da birileri gömmüştü onları da. Kabuklu olmak yetmezdi öyle ya!
Birgün denizden biri çıktı. “Koca adamı kaybettik. Olacak iş mi yani? En son hangimiz kullanmıştık?” diye söylene söylene etrafına bakındı. Gökyüzü dönüp ardına baktı. Denizden gelen, bir gemiye binip uzaklaştı.
Düğümlendiğimi hissetmeye başladım bir gün kumla. Artık bir şey olabilirdi benden. Bir kum saati mesela ya da camdan bir heykel, hoş dururdum şöminenin başında. Biraz daha burada yatsam bir köprü bile olabilirdim pekâlâ. Kumun dışındayken az mı gerilmiştim iki kişi arasında? Hayal kurarak ne kadar bir varmış, bir yokmuş sayılırsa o kadar kurdum ben de kendimi.
Ben çok değildim.
Bir adamdan fazlası ne olursa, o kadarı oldum.





27 Şubat 2010 Cumartesi

FİL DİŞİ


Yatağımdaki tüm hayaletleri yemediğim sürece ona yer açılmayacaktı.

Sonunda göbeğimin tam orta yerine koyacak bir şey bulmuşken nasıl ziyan edebilirdim ki onu koca koca ağaçların olduğu bir bahçede tırtıllar tırtıklasın diye?

Onun kocaman elleri bana küçük bir elbise dikemez. Fakat ayakları bir dünya turuna çıkmak için yeter de artar. Ağırlığınca kucaklaşma ve bakışma ve karıncalanma ve bacakta uyuşma barındırabilir hem içinde.

Sonrası
İyilik, güzellik
Olur.

12 Şubat 2010 Cuma

SÖZLÜK SOYTARISI


Bu koridordan tam adımlarla geçmelisiniz. Ayağınızın birazının yere basmadığını ya da azıcık bastığını duymayagörsün, o anda çıldırır Koridor Soytarısı. Ne gideceğiniz yeri duyabilirsiniz ne de sesinizi bulabilirsiniz. Belki ses ağacına gitmeniz bile gerekebilir onu bulmak için. Tabi önce ses ağacının yerini bulmanız gerekir. Abanoz ağacının hemen yanında olduğunu söyler kimileri. İkinci mesleği abajur yapmak olanlarsa abanoz ağacının beş yüz metre öteden bile görülemeyeceğini söyler. Bana sorarsanız onlara inanmamalı. İlk mesleği yemek yemek olanlara inanmak bile daha yerinde bir davranış olurdu. Henüz çok konuşmadım. Bu yüzden susabilirim sanırım. Nereye gittiğimizi size anlatır anlatmaz elbette.

Ne bir çam ayağı görebilirsiniz orada ne de bir fil ağacı. Göreceğiniz tek şey horozlarla dolu bir harem olacak. Gece gündüz nasihat veren ve kırmızıdan hiç hoşlanmayan horozlarla. Tek bir soruya bile dayanamazlar üstelik. Bir an susup, “saçma” derler ve devam ederler nasihat etmeye.

Elbette her zaman orada değillerdi. Merdiven Soytarısı'nın kruvazörü batınca, onu bulabilmek umuduyla kayıp eşya bürosuna gitti diğer soytarılar. Eğer o da kruvazörle batmışsa onu bulan bir balığın kayıp eşya bürosuna teslim edeceğini düşünüyorlardı. Fakat oraya gittiklerinde hayal kırıklığına uğrayabilirlerdi. Eğer bürodaki Unsur Adam onlara Merdiven Soytarısı'nın yerine sarı bir horoz vermemiş olsaydı. Soytarılar horozu hemen koridorun başındaki odaya kapattılar ve bir gün boyunca da kapıyı çalmadılar. Bu sürede artıklarıyla bir sürü horoz yaptı sarı horoz ve kendine oldukça kalabalık bir harem kurdu. Oda Soytarısı bu olanlara çok kızdı. Kalabalıktan hiç hoşlanmazdı. Hepsinin kuyruklarını koparacağını söyledi horozlara. Üstelik tam bir hamlede de bulundu. Horozlar da kendilerini rahat bırakmasına karşılık süslü bir yılbaşı teklif ettiler ona.

Fakat dostlarım, gerçek soytarılarla benim aramda. Şimdi tıkayın burnunuza da iyi dinleyin sorumu: Yılbaşı horozuna hangi sosu katmalı?

3 Şubat 2010 Çarşamba

SORUMSAK

“Neden var bu hayvanın kamburu?”
Diye söylenip durdu hayatı boyunca.
“Hörgüç” dediler, anlamsız kaldı.
“Quasimodo olacak bu”

diye fısıldadı geceleri yastığına.
“Öyle olsa çalmaz mıydı bir tanecik çan ama?”
“Belki boyu kısa kalmıştır ve ürküyordur kulelerden”diye düşündü sonra.
Ne yapsa bir işaret bulamıyordu hayvanın şu çirkin adam olduğuna.
“Senden daha güzel ya!”
Diyordu karısı o zaman bakmadan suratına.
Zaman harcayamazdı o şimdi bunu tartışmaya.
Horultuları bile doluydu takla atan kamburlarla.
Her biri de sırayla çalardı koca çanları ardı ardına.
Öyle ki; eğitti adam onları gün be gün sabırla.
Daha yamuk görünüyorlardı ama
Her sabah 6'da uyandırıyorlardı onu artık çanlarıyla.
Tıpkı bir asker gibi dikilirdi adam o zaman yatağında
“Robot gibi adam” diye söyleniyordu bu kez de karısı.
“Neden var tatil günleri? Daha fazla rüya görmek için değil mi?
Dava etmeli bu adamı! Düpedüz haneye tecavüz canım bu!”
Ne karısının söylenmeleri ne de karanlıktaki çan sesleri
Dindirebildi aklındaki sorunun şiddetini;
“NEDEN? NEDEN? NEDEN?”
Kedisi doğurdu, torunları oldu,
Evi satıp bağlık bahçelik yerlere tutundu.
“NEDEN? NEDEN? NEDEN?”
Sormayı bir an olsun durdurmadı.
Torunları her “Neden dede” diye seslenişlerinde ona,
Merak ettiğini sanıp onların da aynı şeyi
“Ben de merak ediyorum, neden?” diye karşılık verdi.
Yaşlandığında bir çekirgeye dönüşmeden önce
Kocaman bir çıkıntı belirdi sırtında.
Dehşete kapıldı ilkin.
Daha da büyüyecek diye korkudan gözünü kırpmadı geceleri.
Öylesine emindi rüyasındaki kamburlardan birinin içine düştüğünden.
Sorusu bir süre sustu kaldı.
Uykusuzluk kamburlarını yanıbaşına taşıdı.
O kadar uzun zaman baktı ki aynı yere;
“Neden?” diye sorduğunu bile unuttu.
Yaratıcı başını okşadı o zaman adamın;
“Affet beni buruşuk çocuğum.
Kafam bunca karışık olmasa
Daha anlamlı bir yol sunardım sana.”

2 Şubat 2010 Salı

YÜZGEÇLİ ŞİİR

Sizin yüzüklerinizin içinde var sanki
Takla atan ejderhalar
Birbirini kovalayan yarasalar
Bir büyücü olabilirsiniz pekala
Ya da şapkasını arayan bir mağara
Elinizi bir kaldırınca
Ağzını açıyor bir karanlık
Ve başlıyor konuşmaya:
"Kendine gel sefil!
Tıpkı bir mantık problemi gibi
Kendi üzerine evril!"
Siz deyin ki;
"Bayıldım!"
"Düğüm düğüm yapıp
Düş gibi ellerime doldurdum"
Ben derim ki;
"Uyudum, sözcük oldum
Bulup bulup kendimi
Bu şiire doldurdum."