27 Mart 2010 Cumartesi

KUM ADAM



Sesim benden öteye geçmiyormuş.

Beni her yaz gidilen deniz kenarlarının kumsalına gömdüler. Romatizmama iyi geleceğini, üstelik kumun altında birkaç yengeçle arkadaş bile olabileceğimi söylediler. Dışarısı eğlenceliydi. Ben ise oldukça sessiz. Sıcak bir yatakmışçasına serildim kuma. Şefkatle üstümü örttü onlar da. Sonra kayboldular denizde.
Kaç mevsim geçti bilmiyorum. Saatlerini de yanlarında götürdüler. Sayamayınca tik tak'ları, saymaya başladım ben de dalgaları. Denizden gelen korkunç sesleri duydum geceleri. Denizatlarının delice kişnemelerini, onlara kızıp açılan istiridyelerin öfkelerini dinledim. Bir dalga bana kadar gelsin de üzerimi açsın ya da güneş birazcık daha uyansın da yatağımı ısıtsın diye bekledim. Ben çok bekledim. Şimdi mi bir şey olacaktı sanki! Ağrılarım bile geçmişti. Büyük ihtimalle sıkılıp beni terk etmişlerdi. Etrafta ise yoktu tek yengeç dahi. Belki onlar da topluca tatile gitmişti. Ya da birileri gömmüştü onları da. Kabuklu olmak yetmezdi öyle ya!
Birgün denizden biri çıktı. “Koca adamı kaybettik. Olacak iş mi yani? En son hangimiz kullanmıştık?” diye söylene söylene etrafına bakındı. Gökyüzü dönüp ardına baktı. Denizden gelen, bir gemiye binip uzaklaştı.
Düğümlendiğimi hissetmeye başladım bir gün kumla. Artık bir şey olabilirdi benden. Bir kum saati mesela ya da camdan bir heykel, hoş dururdum şöminenin başında. Biraz daha burada yatsam bir köprü bile olabilirdim pekâlâ. Kumun dışındayken az mı gerilmiştim iki kişi arasında? Hayal kurarak ne kadar bir varmış, bir yokmuş sayılırsa o kadar kurdum ben de kendimi.
Ben çok değildim.
Bir adamdan fazlası ne olursa, o kadarı oldum.





2 yorum: